Uzaylı kaçırılma ve UFO bilgisine olan engin hayranlığım babamınkiyle asla kıyaslanamaz. Belki de bunun nedeni, gizli bir bilimkurgu ve fantezi nerd’ü olmasıdır, ancak uzaylı karşılaşmalarının tuhaf (ve bazen abartılı) dünyasında değerli spekülasyonlar yapılabileceğini de düşünüyorum.
Büyükannesine bir saygı duruşu niteliğinde olan Alison Brie’nin bu yılki ” Horse Girl ” filmindeki başrolü, (sözde) uzaylılar tarafından kaçırılma yaşayan bir kadının mikroskobu altında işleniyor. Bir Netflix Orijinali ve Brie için tuhaf bir şekilde farklı bir rol olan “Horse Girl”, çok katmanlı metaforlarla birlikte çalışıyor, ancak çoğunlukla ana karakter Sarah’nın (Brie) akıl sağlığı/hastalığı üzerine. Hikayesi tuhaf ve öngörülemez olan filmin, bir dereceye kadar, yüzeysel bir görünümde olay örgüsü yok, ancak aslında yaptığı şey aynı anda iki paralel olay örgüsünü gölgede bırakmak: biri gerçekliğe dair güvenilir anlayışımıza dayanıyor ve diğeri Sarah’nın çarpıtılmış gerçekliğine dair bakış açısının görüldüğü yer.
Konu açısından, “Horse Girl”ün sembolizmini bozmadan, kendi yorumunu yaratmak uğruna tartışılacak çok şey var. Sarah’ın hayatı basit; ton olarak, sanki bir hayat kesiti dramasıyla başlıyoruz, Sarah’ın bir el sanatları mağazasında çalışan olarak işine odaklanıyoruz, (takıntılı olduğu) doğaüstü bir TV programı izliyoruz ve bir zamanlar en sevdiği atı Willow’a bindiği bir at çiftliğini ziyaret ediyoruz. Film ilerledikçe, Sarah berrak rüyalar görüyor, ancak aslında kaçırıldığına (ve daha sonra klonlandığına) inanıyor.